Atatürk’ün İstanbul’da bulunduğu bir gece sarayda şarkı söylerken masada Nazım Hikmet’in adı geçer… Gazi, “Bu şair kimselere benzemiyor” diyerek Nazım’ın şiirlerini kendi ağzından dinlemek istediğini söyler ve derhal masaya getirilmesini emreder.
Saatler gece yarısını çoktan geçmiştir. Anadolu yakasında oturmakta olan Nazım’ın kapısı Kadıköy Polis Merkezi’nden gelen memurlar tarafından çalınır.
Pijamalarıyla kapıyı açan Nazım, polisleri karşısında görünce önce korkuya kapılır ancak meseleyi öğrenince bu korku yerini kızgınlığa bırakır. Kapıya gelen polisler Hikmet’e, Gazi’nin kendisini şiirlerini dinlemek için Dolmabahçe Sarayı’na davet ettiğini ve onu götürmek için geldiklerini söylerler. Nazım bütün nezaketiyle Mustafa Kemal’in davetini ileten memurlara “Paşa’ya benden selam söyleyin. Ben Eftalya değilim. Bu saatte masasına beni değil Deniz Kızı Eftalya’yı çağırsın” diyerek teklifi reddeder.
Atatürk de, şairin bu tavrı karşısında “Aferin çocuğa, şair dediğin işte böyle olmalı” der.
Nâzım Hikmet (d. 14 Ocak 1902; Selanik, Osmanlı İmparatorluğu – ö. 3 Haziran 1963; Moskova, SSCB), Türk şair ve yazardır. Şiirleri elliden fazla dile çevrilmiş ve eserleri birçok ödül almıştır. Türkiye'de serbest nazımın ilk uygulayıcısı ve çağdaş Türk şiirinin en önemli isimlerindendir. Uluslararası bir üne ulaşmıştır ve dünyada 20. yüzyılın en gözde şairleri arasında gösterilmektedir.
Komünist düşünceleri ve yasaklı Türkiye Komünist Partisi (TKP) üyeliği nedeniyle defalarca tutuklanmış ve yaşamının büyük bölümünü hapiste ya da sürgünde geçirmiş; Türkiye'de 11 ayrı davadan yargılanarak İstanbul, Ankara, Çankırı ve Bursa cezaevlerinde 12 yılı aşkın süre hapis yatmıştır. Yasaklı olduğu yıllarda Orhan Selim, Ahmet Oğuz, Mümtaz Osman ve Ercüment Er adlarını da kullanmıştır. 1951 yılında Türkiye'den ayrılması sonrasında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkarılmış; bu karar ölümünden 46 yıl sonra, 5 Ocak 2009 tarihinde iptal edilmiştir.
Doğum adı Mehmet Nâzım olup, resmî olarak, 1935'te yürürlüğe giren Soyadı Kanunu gereği Ran soyadını, 1951'de vatandaşlıktan çıkarılması üzerine Polonya vatandaşlığına geçince ise, dedesinden dolayı Borzecki soyadını almakla birlikte, kendi soyadı yerine babasının adını kullanarak hep Nâzım Hikmet ismini kullanmıştır. 1963 yılında Moskova'da kalp krizi sonucu ölmüştür. Mezarı hâlen Moskova'dadır.
Millî Mücadele dönemi
Millî Mücadelenin ilk yılını hasta olarak geçiren Nâzım Hikmet, 19 yaşındayken, 1921 Ocak ayında arkadaşı Vâlâ Nureddin ile Kurtuluş Savaşına katılmak üzere ailesinden habersiz Anadolu'ya geçti. İnebolu'ya vardığında Anadolu halkının, özellikle köylünün çileli yaşayışını yakından gördü. Bu sırada Spartakistlerden Sadık Ahi (Mehmet Eti) adlı bir sosyalistle tanıştı ve ondan yeni fikirler öğrendi. Yedi günlük yaya yolculuk sonrasında Ankara'ya ulaştı. Cepheye gönderilmedi, Tedrisat-ı Taliye Müdürü Kâzım Nâmi’nin (Duru) yardımıyla 14 Haziran 1921’de Bolu Sultanisi kısm-ı iptidai muallimliğine atandı. Burada bir süre öğretmenlik yaptı, çevrenin tutucu olması nedeniyle zorlandı, hatta Milli Mücadeleye karşı padişahı destekleyen kişilerin düşmanlığını kazandı.
Ağustos 1921'de Bolu'dan ayrıldı. Düzce, Akçakoca, Zonguldak ve Trabzon'dan geçerek 30 Eylül'de Batum'a ulaştı. Burada bir süre yaşadı, yolculuğunda kendine eşlik eden Vâlâ Nureddin'in yanı sıra Batum'da tanıştığı Ahmet Cevat (Emre) ve Şevket Süreyya (Aydemir) ile Temmuz 1922'de Tiflis'ten Moskova'ya gitti.
Moskova dönemi (1922-1928)
Nâzım Hikmet Temmuz 1922'de Moskova'ya vardığında Ekim Devrimi sonrasında başlamış olan Rus İç Savaşının son ayları yaşanıyordu. Nâzım Türkiye Komünist Partisi üyesi olarak burada Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesinde felsefe, siyasal bilimler ve iktisat dallarından oluşan Marksizm-Leninizm eğitimi aldı.
Moskova’da SSCB'nin ilk yıllarına tanık oldu. Rus avangart şiirini inceledi; Bagritski, Mayakovski, Selvinski, İnber, Panov gibi edebiyatçıların eserlerini tanıdı.
Ekim Devriminin lideri Lenin'in 24 Ocak 1924 günü ölmesi üzerine Nâzım, Lenin'in mezarında beş dakika nöbet tuttu.
Nâzım Hikmet Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesinden mezun olup 1924 Aralık ayında Türkiye Komünist Partisinin ülke içindeki faaliyetlerine katılmak üzere yurda döndü fakat sadece yedi ay kalabildi. Bir yandan babasının çıkardığı Sinema Postası dergisinin teknik işlerine yardım etti, bir yandan da Türkiye Komünist Partisinin legal yayın çalışmalarında görev aldı. Bunlardan Aydınlık dergisine yazılar ve şiirler yazdı, 21 Ocak 1925 tarihinde yayımlanmaya başlayan Orak-Çekiç gazetesine de yazdı, bu gazeteyi sokaklarda sattı. Polis takibine takılması üzerine gizlice İzmir'e gitti.
12 Ağustos 1925 tarihinde gizli komünist partisi üyeliğinden 15 yıl kürek mahkûmiyetine çarptırıldı. Ay sonunda gizlice İstanbul'a gitti, annesinin yanına uğradı ve bir takaya binerek dönemin TKP lideri Şefik Hüsnü ile birlikte yurt dışına çıkıp TKP'nin 1926 Viyana Konferansına katıldı ve yeniden Moskova'ya gitti.
Türkiye'ye dönüşü (1928-1935)
1 Mart 1926 tarihinde kabul edilen Türk Ceza Kanunu uyarınca bir yıl önce aldığı 15 yıllık hapis cezası 1 yıla inince, Nâzım Hikmet yurda dönmek için Türkiye Büyükelçiliğine birkaç kez başvurdu fakat olumlu sonuç alamadı. Bunun üzerine Temmuz 1928'de partili yoldaşı Laz İsmail (1970'lerde TKP genel sekreteri olan, Marat kod adlı İsmail Bilen) ile birlikte ülkeye sahte pasaportla girdikten sonra Hopa'da yakalanıp burada iki ay tutuklu kaldıktan sonra Rize'ye, oradan İstanbul'a, oradan da Ankara'ya sevk edildiler. Burada Nâzım'ın 1925 İstiklal Mahkemesi mahkûmiyet hükmü kaldırıldı, ikisine sahte pasaport kullanmaktan üç ay ceza verildi, fakat tutukluluk süreleri mahkûmiyet süresini aşmış bulunduğu için serbest bırakıldılar.
Bir süre rahat bir dönem yaşanıp ardından yine baskılar artınca Nâzım yirmiye yakın takma ad kullanarak yazmaya devam etti. Destanlarla öne çıkan ustalık döneminin ilk kitabı sayılan Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin Destanı (1936) Türkiye’de sağlığında yayımlanan son eseri oldu. Bu tarihten 1968 yılına kadar eserlerinin Türkiye'de basım ve yayımı yasaktı.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
İsmet KOYUNCU
Nazım Hikmet'in Ölüm yıldönümü
Atatürk’ün İstanbul’da bulunduğu bir gece sarayda şarkı söylerken masada Nazım Hikmet’in adı geçer… Gazi, “Bu şair kimselere benzemiyor” diyerek Nazım’ın şiirlerini kendi ağzından dinlemek istediğini söyler ve derhal masaya getirilmesini emreder.
Saatler gece yarısını çoktan geçmiştir. Anadolu yakasında oturmakta olan Nazım’ın kapısı Kadıköy Polis Merkezi’nden gelen memurlar tarafından çalınır.
Pijamalarıyla kapıyı açan Nazım, polisleri karşısında görünce önce korkuya kapılır ancak meseleyi öğrenince bu korku yerini kızgınlığa bırakır. Kapıya gelen polisler Hikmet’e, Gazi’nin kendisini şiirlerini dinlemek için Dolmabahçe Sarayı’na davet ettiğini ve onu götürmek için geldiklerini söylerler. Nazım bütün nezaketiyle Mustafa Kemal’in davetini ileten memurlara “Paşa’ya benden selam söyleyin. Ben Eftalya değilim. Bu saatte masasına beni değil Deniz Kızı Eftalya’yı çağırsın” diyerek teklifi reddeder.
Atatürk de, şairin bu tavrı karşısında “Aferin çocuğa, şair dediğin işte böyle olmalı” der.
Nâzım Hikmet (d. 14 Ocak 1902; Selanik, Osmanlı İmparatorluğu – ö. 3 Haziran 1963; Moskova, SSCB), Türk şair ve yazardır. Şiirleri elliden fazla dile çevrilmiş ve eserleri birçok ödül almıştır. Türkiye'de serbest nazımın ilk uygulayıcısı ve çağdaş Türk şiirinin en önemli isimlerindendir. Uluslararası bir üne ulaşmıştır ve dünyada 20. yüzyılın en gözde şairleri arasında gösterilmektedir.
Komünist düşünceleri ve yasaklı Türkiye Komünist Partisi (TKP) üyeliği nedeniyle defalarca tutuklanmış ve yaşamının büyük bölümünü hapiste ya da sürgünde geçirmiş; Türkiye'de 11 ayrı davadan yargılanarak İstanbul, Ankara, Çankırı ve Bursa cezaevlerinde 12 yılı aşkın süre hapis yatmıştır. Yasaklı olduğu yıllarda Orhan Selim, Ahmet Oğuz, Mümtaz Osman ve Ercüment Er adlarını da kullanmıştır. 1951 yılında Türkiye'den ayrılması sonrasında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkarılmış; bu karar ölümünden 46 yıl sonra, 5 Ocak 2009 tarihinde iptal edilmiştir.
Doğum adı Mehmet Nâzım olup, resmî olarak, 1935'te yürürlüğe giren Soyadı Kanunu gereği Ran soyadını, 1951'de vatandaşlıktan çıkarılması üzerine Polonya vatandaşlığına geçince ise, dedesinden dolayı Borzecki soyadını almakla birlikte, kendi soyadı yerine babasının adını kullanarak hep Nâzım Hikmet ismini kullanmıştır. 1963 yılında Moskova'da kalp krizi sonucu ölmüştür. Mezarı hâlen Moskova'dadır.
Millî Mücadele dönemi
Millî Mücadelenin ilk yılını hasta olarak geçiren Nâzım Hikmet, 19 yaşındayken, 1921 Ocak ayında arkadaşı Vâlâ Nureddin ile Kurtuluş Savaşına katılmak üzere ailesinden habersiz Anadolu'ya geçti. İnebolu'ya vardığında Anadolu halkının, özellikle köylünün çileli yaşayışını yakından gördü. Bu sırada Spartakistlerden Sadık Ahi (Mehmet Eti) adlı bir sosyalistle tanıştı ve ondan yeni fikirler öğrendi. Yedi günlük yaya yolculuk sonrasında Ankara'ya ulaştı. Cepheye gönderilmedi, Tedrisat-ı Taliye Müdürü Kâzım Nâmi’nin (Duru) yardımıyla 14 Haziran 1921’de Bolu Sultanisi kısm-ı iptidai muallimliğine atandı. Burada bir süre öğretmenlik yaptı, çevrenin tutucu olması nedeniyle zorlandı, hatta Milli Mücadeleye karşı padişahı destekleyen kişilerin düşmanlığını kazandı.
Ağustos 1921'de Bolu'dan ayrıldı. Düzce, Akçakoca, Zonguldak ve Trabzon'dan geçerek 30 Eylül'de Batum'a ulaştı. Burada bir süre yaşadı, yolculuğunda kendine eşlik eden Vâlâ Nureddin'in yanı sıra Batum'da tanıştığı Ahmet Cevat (Emre) ve Şevket Süreyya (Aydemir) ile Temmuz 1922'de Tiflis'ten Moskova'ya gitti.
Moskova dönemi (1922-1928)
Nâzım Hikmet Temmuz 1922'de Moskova'ya vardığında Ekim Devrimi sonrasında başlamış olan Rus İç Savaşının son ayları yaşanıyordu. Nâzım Türkiye Komünist Partisi üyesi olarak burada Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesinde felsefe, siyasal bilimler ve iktisat dallarından oluşan Marksizm-Leninizm eğitimi aldı.
Moskova’da SSCB'nin ilk yıllarına tanık oldu. Rus avangart şiirini inceledi; Bagritski, Mayakovski, Selvinski, İnber, Panov gibi edebiyatçıların eserlerini tanıdı.
Ekim Devriminin lideri Lenin'in 24 Ocak 1924 günü ölmesi üzerine Nâzım, Lenin'in mezarında beş dakika nöbet tuttu.
Nâzım Hikmet Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesinden mezun olup 1924 Aralık ayında Türkiye Komünist Partisinin ülke içindeki faaliyetlerine katılmak üzere yurda döndü fakat sadece yedi ay kalabildi. Bir yandan babasının çıkardığı Sinema Postası dergisinin teknik işlerine yardım etti, bir yandan da Türkiye Komünist Partisinin legal yayın çalışmalarında görev aldı. Bunlardan Aydınlık dergisine yazılar ve şiirler yazdı, 21 Ocak 1925 tarihinde yayımlanmaya başlayan Orak-Çekiç gazetesine de yazdı, bu gazeteyi sokaklarda sattı. Polis takibine takılması üzerine gizlice İzmir'e gitti.
12 Ağustos 1925 tarihinde gizli komünist partisi üyeliğinden 15 yıl kürek mahkûmiyetine çarptırıldı. Ay sonunda gizlice İstanbul'a gitti, annesinin yanına uğradı ve bir takaya binerek dönemin TKP lideri Şefik Hüsnü ile birlikte yurt dışına çıkıp TKP'nin 1926 Viyana Konferansına katıldı ve yeniden Moskova'ya gitti.
Türkiye'ye dönüşü (1928-1935)
1 Mart 1926 tarihinde kabul edilen Türk Ceza Kanunu uyarınca bir yıl önce aldığı 15 yıllık hapis cezası 1 yıla inince, Nâzım Hikmet yurda dönmek için Türkiye Büyükelçiliğine birkaç kez başvurdu fakat olumlu sonuç alamadı. Bunun üzerine Temmuz 1928'de partili yoldaşı Laz İsmail (1970'lerde TKP genel sekreteri olan, Marat kod adlı İsmail Bilen) ile birlikte ülkeye sahte pasaportla girdikten sonra Hopa'da yakalanıp burada iki ay tutuklu kaldıktan sonra Rize'ye, oradan İstanbul'a, oradan da Ankara'ya sevk edildiler. Burada Nâzım'ın 1925 İstiklal Mahkemesi mahkûmiyet hükmü kaldırıldı, ikisine sahte pasaport kullanmaktan üç ay ceza verildi, fakat tutukluluk süreleri mahkûmiyet süresini aşmış bulunduğu için serbest bırakıldılar.
Bir süre rahat bir dönem yaşanıp ardından yine baskılar artınca Nâzım yirmiye yakın takma ad kullanarak yazmaya devam etti. Destanlarla öne çıkan ustalık döneminin ilk kitabı sayılan Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin Destanı (1936) Türkiye’de sağlığında yayımlanan son eseri oldu. Bu tarihten 1968 yılına kadar eserlerinin Türkiye'de basım ve yayımı yasaktı.