Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

Özel Röportaj / ‘Belene Toplama Kampı’ Günleri

Eski Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin (SSCB) desteğiyle 1944’te hükümeti devirerek yönetimi ele geçiren Bulgaristan Komünist Partisi (BKP), iktidarda kaldığı 45 yıllık dönemin son yıllarında ülkedeki Türk ve diğer Müslümanları asimile etmeye çalıştı.

Haber Giriş Tarihi: 30.12.2024 10:13
Haber Güncellenme Tarihi: 30.12.2024 10:16
Kaynak: (HABER MERKEZİ)
Özel Röportaj / ‘Belene Toplama Kampı’ Günleri

Sevinç Çelebi / Özel Röportaj

Tek milletli bir devlet yaratma çabasındaki komünistler tarafından 24 Aralık1984’te başlatılan “Soya Dönüş” adlı “Türk isimlerinin zorla değiştirilmesi ve dini vecibeleriyle, örf ve adetlerini yerine getirmelerinin yasaklanması”sürecinde

Türk kültürüne ait unsurların kullanımı yasaklandı.

Bu uygulamalara direnip milli kimliğimize sahip çıkan azınlık Türklerdik biz…

Türkçe konuşabilmek ve Türkçe isimlerimizi kullanabilmek, cenazelerimizin Bulgar mezarlıklarına değil de,Müslüman mezarlıklarına defnedilmeye devam edilebilmesi için, bizler için bedeller ödeyenler oldu…

Ahmet Alpay gibi…

Ahmet Alpay tutuklandığında sadece 23 yaşındaydı! Türklüğünü korumak adına attığı adımlar sonucu takibe alındı, tutuklandı, büyük işkencelere maruz kaldıve serbest bırakılmayı beklerken o meşhur, halk arasında (İşkence Adası, Ölüm Adası, İç çekmelerin Adası) olarak da bilinen Belene Toplama Kampı’na gönderildi…

---------------------------------

 

Ahmet Bey, henüz hayatınızın baharındayken, sadece 23 yaşında bir üniversite öğrencisi olduğunuz veyeni evlendiğiniz dönemde, eşinizin gözü önünde tutuklandığınızı ve Belene Toplama Kampına götürüldüğünüzü söylediniz! BizeBelene’yi, o günleri anlatır mısınız?

Doğrusu, Sofya'da bulunan Devlet Güvenlik Biriminin Merkezi Sorgulama Bölümünde 73 gün gece-gündüz sorgulama geçirmemize rağmen son ana kadar kampa götürüleceğimizi bilmiyorduk.Hatta öyle bir kampın var oluşundan da bihaberdik!Psikolojik ve fiziksel olarak nitelendirebileceğimiz büyük işkencelere maruz kaldığımız birimden, bir gün alınıp tekrar araca bindirilince ‘Bitti’ düşüncesiyle sevindik…Ailelerimize, sevdiklerimize kavuşacaktık…

Ancak günün yüzü farklıydı!

Bizler evlerimize bırakılmayı beklerken, nereye götürüldüğümüzü köprüye çıktıktan sonra anladık. Öğrendik ki; Ana karadan, şehirden ayrılıyoruz ve ‘O’ adaya götürülüyoruz ….

Söz konusu adanın içinde, (kıyıdan 4-5 km içeride) bir hapishane varmış… Onu da o ana kadar bilmiyorduk. 1985 kışıydı… Çok soğuktu, hatta sıcaklık -29 dereceye kadar düşmüştü…O kış Tuna Nehri buz tutmuştu ve bu hava şartlarında bizi 3 arkadaş o hapishanenin önüne götürdüler.Öyle ki; gördüğümüz yerin hapishane olduğunu dahi bilmiyorduk.

BUZ KESTİK

Ne zamanki dikenli telleri, ortalıkta gezinen köpekleri ve gardiyanları gördük, işin gerçeğini anladık…  Hapishanenin girişinde uzun süre soğukta bekletildikten sonra, prosedür gereği üzerimizde olan tüm elbiselerimizi çıkarmamızı istediler… Soğuğa maruz kaldık tabii… Sert rüzgar esiyordu, çok soğuktu… Ve bedenlerimiz buz tutmak üzereyken bizi içeri aldılar…

Belene’yianlatmak gerekirse; Bahsettiğimiz yer bir grup adadan oluşuyor…İki üç tane adacık var:Magaretsa, Şturetsa, Predela… gibi ve bunların içinde en büyüğü de Persin adası. Persin Adasında hukuki süreci tamamlamış, ceza almış kişiler-mahkumlariçin bir hapishane bulunuyor. Bir de daha ileride (kıyıdan yaklaşık 11-12 km içeride)bataklıkların arasında bahsettiğimiz kamp bulunuyor, Belene Toplama Kampı…

İlk aşamada; Bulgar hükümeti tam olarak hazırlıklarını yapamadığından dolayı ikinci kamp hazırlanıncaya kadar,bizi hapishanenin bir bölümüne yerleştirdi.

5, 6 KİŞİLİK KOĞUŞLARDA 25, 30 KİŞİ KALDIK

Girdiğim koğuş normalde 5, 6 mahkum için öngörülmüştü, ama bizi koydukları yer çok yoğun olduğundan dolayı, yataklar 1, 2, 3 kat olmuştu…Ben üçüncü kattaki yatakta yatıyordum ve oturduktan sonra başım tavana değiyordu!

Düşünün…;5, 6 kişiiçin öngörülen bir ortamda 25, 30 kişi kalıyorduk! Yanicamlar açık olmasına rağmen içeride nefes almak bile çok zordu!

Hatta nefesimizden çıkan bu hava soğuk tavana temas ettikten sonra yoğuşmadan dolayı damlacıklar üzerimize damlıyordu…Ondan önceki süreçte ise; camlar kapalı, hava soğuk, içeride ısıtma yok, herkese birer battaniye veriliyor ve o battaniyeler iki kat olsun diye kişiler ikişer ikişeryataklarda yatıp üstlerine o battaniyeleri örtüp ısınmaya çalışıyorlardı.

İçeride; üzülerek söylüyorum ve her hatırladığımda da boğazım kuruyor…Şartların gerçekten çok zor olduğu ve insan onurunu zedeleyici, bilinçli olarak yapılan bir zulüm söz konusu olması bağrımı dağlıyor.

SABAH AKŞAM TUVALETE ÇIKARIYORLARDI

Bizleri sabah ve akşam polisler tuvalete çıkarıyorlardı, hatta tuvalet kapısını dahi kapatma imkanı vermiyorlardı!

Onun dışında; kapının arkasında büyük bir plastik kova vardı ve gün içinde o kovaya ihtiyaçlarımızı gidermek zorunda kalıyorduk…Kış şartlarında bile inanılmaz zor olan bu durum yazın sıcağında‘kova’dançıkan o rahatsız edici kokuyla  dayanılmaz bir hal alıyordu…

Sevgili Ahmet Bey, Dinlemesi bile zor şartlarda ne kadar süre kaldınız ve ne yediniz ne içtiniz..?

Ben toplam 9 ay kadar tutuklu kaldım!Yemekler çok kötüydü!Yemek demek için belki bin şahit bile azdı!

…TAVUK TIRNAKLARI, AYAKLARI, BALIK KAFALARI ÇIKIYORDU…

Yemeklerimizin içinden tavuk tırnakları,  ayakları, balık kafaları çıkıyordu. Domuz etine karşı olan hassasiyetimizi bildikleri içindeözellikle o ete öncülük veriyorlardı… Her ne kadar ilk aşamada bu eti yemek istemesek de, hayatta kalabilmek için yemek zorunda kaldık…

Bu da bilinçli yapılan bir eylemdi! Fiziksel baskının ötesinde, psikolojik bir baskı aracı olarak kullanılmıştı…

EKMEKLERİN İÇİNDEN HAŞERELER ÇIKABİLİYORDU

Verdikleri ekmekler genelde taş gibi sert oluyordu ve içinde de (üzülerek söylüyorum) çok insanı rahatsız edici haşereler çıkabiliyordu..

Biz de onları ayıklayarak (hayata tutunabilmek adına) yemek zorunda kalıyorduk…

AİLEM 9 AY BOYUNCA BENDEN HABER ALAMADI

Şunu da özellikle belirtmek istiyorum; Bentutuklandıktan sonra eşime, anneme, babama ve yakınlarıma,nerede olduğumu bilsinler diyedefalarca kez beni sorgulayan görevliye ricada bulundum, ama bir şekilde aileme haber vermediler ve hayatta olduğumu dahi bildirmediler.

Alıkonulduğumuz ilk günden itibaren aylarca, bende dahil, bir çok kişinin ailesi ne nerede ve ne şartlarda olduğumuzu, ne de hayatta olduğumuzu öğrenemedi.

Bu 9 ay içinde hiç ümitsizliğe, çıkamama korkusuna kapıldınız mı...?

Evet… Çok zor günlerdi gerçekten… Çünkü ; bizim daha önce hiç emniyet birimleriyle alakamız olmamıştı!İşinde, gücünde olan, sakin yaşayan bir topluluktuk… Hal böyleyken bir anda tutuklanarak karanlık, dar bir hücreye atılmak insanı başka bir boyutlara götürüyor…

24 SAAT 240 SAAT GİBİ GELİYOR

Tüm vücut kimyanız değişiyor, zaman geçmek bilmiyor! 24 saat size 240 saat gibi geliyor… Buna rağmen bizi hayata bağlayan tek unsur suçsuz olduğumuzu bilmekti!

Ne kadar sıkıntıyaşamış, fiziksel işkenceler görmüş, psikolojik olarak da baskı yapılmış olsa da biz kendimizin suçlu olmadığını biliyorduk!

Suç işlememiştik, cinayet işlememiştik, herhangi anormal bir tavrımız da asla olmadı. Sadece barışçıl bir talebimiz, isteğimiz vardı, bu da gayet normal bir insan hakkıydı.

Bizi üzen nokta, yaşadığımız zorluklar değil,  ailelerimiz bizim nerede ve ne durumda, hatta sağ olduğumuzu dahibilmemeleriydi..

Maalesef ki; Bizlere zulüm edenler bizimle yetinmemişti ve eşzamanlı ailelerimizin psikolojilerini bozmak, onları karamsarlığa itmek ve ruhen çökertmek için komünist rejimin yetkilileri kara propagandayürütme çabasına girmişti..

Ailelerimize anlatılan: Meğer kaybolan kişiler (o zaman biz kaybolmuş kişiler kategorisindeydik) tutuklanıp Belene’yegötürülmüş ve o kış çok soğuk olduğundan dolayı donmuş olan Tuna Nehri üzerinden Romanya’ya kaçmaya teşebbüs etmişler ve kaçarken de vurmuşlardı..!

Bu da yetmezmiş gibi“Kişilerin kanlı elbiseleri ailelerine gönderiliyor” diye propaganda yapmışlardı!

Özetle; Bizden haberdar olmayan eşlerimiz, annelerimiz, babalarımız, çocuklarımız ve torunlarımız her gün ve her an, 24 saat boyunca her kapı çalındığında sevdiklerinin kanlı elbiselerinin teslim edilmesi korkusuyla yaşıyordu.

İNSANLIK SUÇUNUN EN BÜYÜĞÜ!

Ve işte tam da bu insanlık ayıbının ve suçunun en büyüğüdür!

Böyle bir bekleyişi günahsız insanlara yaşatabilecek en büyük işkencelerden ve acılardan bir tanesidir ve affedilmesi ve unutulması mümkün değildir!

Maalesef ki ailelerimize bunları yaşattılar. Ve tüm bunlar tesadüfen değil, yapılan işkencelerin bir parçasıydı, bilinçli olarak yapılan bir eylemdi!

İşte bunu unutamıyorum, affedemiyorum, edemem de…

Bu şartlarda insanın aklından çok şeyler geçiyor, umutsuz olduğunuz günler, anlar da oluyor…Ama bizim içimizde herşeye rağmen, belki de gençliğimize dayalı, hep bir umut ışığı vardı…

ANLATMASI DAHİ ZORKEN

Belene ile ilgili son bir ikicümle daha söylemek istiyorum.İkinci kamp dediğimiz yere biziNisan sonunda naklettiler. Ancak Mayıs ayının başında hazır hale getirdikleri Kampın etrafında bataklıklar vardı.

1949 yılında yapılan bu kampın içinde bize kanal kazdırdılar. Kazdığımız kanalların içindeneski dönemde oralarda yapılan büyük katliamlardan kalan insan kemikleri çıkıyordu, hatta derin kuyular vardı..

İnsanlar işkence sonrası, kimi canlı canlı, kimi yarı baygın halde bu kuyuların içine atılıyormuş! Domuzlara dahi verilen cesetler hatta canlı insanlar olmuş…

Bunları şu an anlatmak bile o kadar zorken tüm bunların insanlar tarafından insanlara yapıldığını dile getirmek bile insanın canını bedeninden koparıyor.

BU İSİMLERLE MOTİVE OLDUK

Bu bilgileri bize daha önce o kampta kalan arkadaşlarımız anlatmışlardıhaliyle psikolojik olarak hepimiz etkilendik, hatta bizim için bir travma oluşmasına nedendi… Lakin Bulgaristan’ın farklı bölgelerinden kişileri buraya getirmeleri ve bunların içinde Nuri Turgut Adalı, Ömer Osman Erendoruk, İsmail Nuri gibi, Türklük mücadelesini uzun yıllardan beri sürdüren ve uzun yıllar hapishanede kalmış, özgürlüklerini Türklerin Türk olarak yaşamaları, kültürlerini, geleneklerini, göreneklerini devam ettirmeleri için mücadele vermiş kişiler aramıza geldikten sonra bu bizim için bir motivasyon oldu…

Onların konuşmaları, tarihi bilgileri   ve edebiyatla ilgili anlattıkları her zaman ilgimizi çekiyordu ve ruhumuzu taze tutmak için büyük bir etkendi…

VE ÇIKIŞ GÜNÜ! DALGA GEÇERCESİNE ÜCRET TALEP ETTİLER…

Ve 25 Eylül günü bir anda hoparlörlerden gelen bir sesle kamptan serbest bırakıldığımızı öğrendik.

Son bir dip not: Kampta olduğumuz sürede bizi çalıştırmışlardı. Ve çıkışta kampta kaldığımızdan, yiyecek yediğimizden ve binalarda barındığımızdan dolayı, dalga geçercesine, küçümseyici bir tavırla  bizden ücret talep ettiler! Sanki orada işkence görmemiş, tatile gitmiştik…

9 AY SONRA KAVUŞMA

9 ay sonra beni karşısında gören ailemin durumunu anlatmaya gerek yok…

En nihayetinde; Yarım kalan eğitimimi Sofya Teknik Üniversitesi’nde tamamladım.Şükürler olsun ki o günleri; “Bana imkan verilse elimdeki bu otomatik silahla hepinizi taramak isterim”, - Bizi ne zaman öldüreceksiniz? diye soran arkadaşımıza “Henüz emir gelmedi, bekliyoruz” diyen canileri, böyle bir düşünce ve beklenti içinde olanve emir geldiğinde bu emri gözünü kırpmadan yerine getirebilecek durumda ve zihniyette olan kişileri geçmişte bıraktık, tarihe gömdük..

Ahmet Bey, hepimize çok çok geçmiş olsun… Temennimiz dünyanın hiçbir yerinde bir daha böyle bir durum yaşanmasın! Son olarak ne söylemek istersiniz sevgili okurlara?

 

Sözlerimi büyük Rus Yazar Tolstoy’un sözleriyle bitirmek istiyorum;

Tolstoy diyor ki bir insan kendi acısını hissediyorsa o bir canlıdır, canlı varlıktır ama bir insan başkalarının acısını da hissediyorsa o gerçek manada bir insandır!Benim çağrım da bu yöndedir; Lütfen başkalarının acılarını da hissedelim ve kendi kendimize kaldığımızda da gerçekten “Ben gerçek bir insanım” diyebilelim.

Kaynak: (HABER MERKEZİ)

logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.