-Emine hanım bizleri konuk ettiğiniz için sizlere teşekkür etmek istiyoruz. Öncelikle Emine hanım, kendinizi bize tanıtabilir misiniz?
Emine YENİLMEZCAN. 1982, Belçika doğumluyum. Geçtiğimiz yıla kadar Belçika’daydım. Eğitimleri orada aldım. Geçtiğimiz yıl eşim ve 2 çocuğumla birlikte Bursa’ya taşındık ve Bursa’ya gelirken de Belçika’dan getirebileceğimiz en iyi şeyin eğitim olduğunu düşünerek Belçika eğitim sistemini aldık, geldik. Ben aslında Uzman Klinik Psikoloğum. Belçika’da 11 yılı aşkın bir çalışma sürem oldu, kendi kliniğim vardı. Çocuklarla ve yetişkinlerle çalıştım. Aynı zamanda Koruyucu Aile Merkezi’nde de danışman olarak başladım, sonra bir departmanın müdürü olarak oradan ayrıldım ve Bursa’ya taşındık. Çalışma hayatım boyunca sürekli çocuklarla bir geçmişim oldu. Belçika’daki okul sistemini de bu sayede tanıdım. Bu eğitimin sistemine mesleğimden dolayı tamamen dahil oldum.
- Belçika’da almış olduğunuz eğitimleri Bursa’ya yansıttığınızı görüyorum. Alim Okulları 3 bin metrekarelik parseli, büyük oyun parkı, kümes hayvanlarıyla birlikte atölyeleri ve öğretmen kadrosuyla gerçekten kısa zamanda ön plana çıktı. Peki, okulunuz ne zaman kuruldu? Ne tür faaliyetler gerçekleştiriyorsunuz?
Okulumuz daha çok yeni, ilk eğitim yılımız bu yıl olacak. Yaz okuluyla birlikte Haziran ayında başladık ve Eylül ayında normal eğitim-öğretim yılına başlamış olacağız. Okulumuza gelince samimi bir şekilde söylemek istiyorum, ayrıca kişisel projem olarak düşünüyorum. Yıllardır sorunlu ailelerden çıkan çocuklarla ilgilendim ve hep bir iyileştirmeye yönelik, hep bir klinik çalışmam oldu. Aslında her şeyin temeli eğitim ve çocuklarımıza iyi ve doğru eğitim sağlayabilirsek bir sürü sorunu önlemiş olacağımız düşüncesiyle bu yola çıktık. Önleyici olarak iyi bir eğitim sunmamız gerektiğini düşünerek bunu yaptık.
Bizim uyguladığımız Belçika Eğitim Sistemi; Waldorf Eğitim Sistemi, Montessori Eğitim Sistemi, Decroly Eğitim Sistemi ve Reggio Emilia Eğitim Sistemi, bunları epileptik bir çalışma yaptık. Bütün bu sistemler içerisinde en iyi uygulamaları alıp sentezleyip Türk müfredatına, MEB’in sunduğu müfredata uyarlayarak bir çalışma yaptık kendi eğitim sistemimizi ortaya çıkardık. Eğitim sistemi ilk etapta yeşil alan gerektirir, boş ve çocuklar için zenginleştirici, onlara yeterli hareket alanı sunan bir alan gerektir. Bursa’da biz bunu aradık ve Dereçavuş’ta bulduk. Şehrin merkezinden uzaklaşmamızın sebebi de bu, dezavantaj gibi görünse de aslında gelecekte çok büyük bir avantajdır. 3 bin metrekare üzerindeki okulumuz 6 sınıftan oluşuyor, çok küçük butik bir okul. Böyle olması gerektiğine inanıyorum, çünkü; hitap ettiğimiz çocuklar 3-6 yaş grubu çocuklarımız, minikler daha evden yeni ayrılmış çocuklar ve yine ev ortamında evde beslendikleri gibi doğal beslenme, aynı zamanda büyük ve kendilerini serbest hissedebilecekleri bir alan içerisinde eğitiliyorlar. Bu alanda büyük bir oyun parkımız var. Çocukların yaş grubuna uygun, fiziksel gelişimini destekleyici bir oyun alanımız var. Onun yanı sıra küçük bir tarım alanımız var. Çocuklarımız geçtiğimiz dönemde çileklerini, enginarlarını diktiler. Aynı zamanda çevremizde de meyve bahçeleri, tarımla uğraşan köylüler olduğu için biz bu köylülerle de iletişim halindeyiz, komşularla da çok iyi iletişim halindeyiz. Onlarla anlaşıp, mesela geçtiğimiz ay çocuklarımızla şeftali toplamaya gittik, şimdi erikleri topluyoruz. Yakında hangi mahsul çıkıyorsa biz çocuklarımızla birlikte onları toplamaya gidiyoruz ve dikimini, ekimini yapıyoruz. Bunun haricinde alanımızda hayvanlar için ayırdığımız bir bölme var. Şuanda kümes hayvanlarımız var, yakında tavşanlar vs. diğer hayvanlarımız eklenecek.
Waldorf Eğitim Sisteminin önerdiği eğitim şöyledir; tamamen doğayla iç içe ve çocukların doğal araçlarla ilişki kurmalarını isteyen bir eğitim sistemidir. Çocuklarımız ne kadar çok bu ortama maruz kalırlarsa o kadar kolay kendilerini doğayla ilişkilendirir. Doğayla bağı olan çocuk duygusal anlamda, sosyal anlamda, ruhsal ve ahlaki alanda da çok daha güzel gelişir.
Montessori’den örnek verdiğimizde; çocukların içinde doğuştan var olan bir yetenek vardır, bu her çocukta vardır. Amaç; eğitim esnasında çocuğu tanıyarak, zorlamadan, onun temposunu takip ederek biz bu yeteneği ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Her çocuğun temposu farklıdır, her çocuğun ilgi alanı farklıdır. Böyle bir geniş alanda, böyle bir okulda her çocuğu takip etmek mümkündür. Sadece 6 sınıfımız var, 6 minik sınıfımızda biz bunu öğretmenlerimizle başarabiliyoruz.
Decroly Eğitim Sistemi, Belçika’da Ovide Decroly’nin oluşturduğu bir eğitim sistemidir. Burada bizim o sistemden aldığımız ve çok önemsediğimiz nokta doğada çocukların yaparak, yaşayarak ve gözleyerek öğrenmesidir. Bir etkinliğimiz vardır, bir kavram çalışması olacaktır. Biz bu kavram çalışmasını masa başında yapmayız, çıkarız kendi alanımızda, bahçemizde yaparız. Alanımızda olmayacaksa çok spesifik bir temaysa bu gideriz çocuklarımızla birlikte yerinde gözlemleriz, onların yapmasını, tamamen olayın içine girip yaşamalarını ve bundan öğrenmelerini sağlarız. Decroly sistemi aslında bunu gerektirir ve farklı aşamalardan oluşur; deney, gözlem, bilgiyi birleştirme ve bu bilgiyi ifade etme. Aslında akademik hayata çok güzel alıştırıyor ama çocuklar eğlenerek ve öğrenerek bu aşamalardan geçiyorlar.
Reggio Emilia Eğitim Sistemi’nde çocuk imajı çok güçlü ve öğretmenlerin donanımlı olmasını öngörüyor. Bir öğretmen sadece bir sınıf öğretmeni değildir, çok rollü bir öğretmendir. Biz öğretmen seçimimizde şuna dikkat ettik; öğretmenimiz aynı zamanda bir drama öğretmenidir ve onun haricinde yabancı dili ana dili olan bir öğretmenimizdir. Mesela bizim 5-6 yaş grubu öğretmenimiz Almanya doğumlu, Türkiye’de eğitimini tamamlamış, hem ana dili Türkçe hem de Almanca’dır. Waldorf eğitim sistemini içten dışa, dıştan içe bilen bir öğretmenimiz ve drama öğretmeni, yani donanımlı bir öğretmendir. Reggio Emilia Sistemi’nde diğer öğretmenlerimizde aynı şekilde; Fransızca öğretmenimiz aynı zamanda 3 yaş grubu anaokulu öğretmenimiz, Filistinli Amerika asıllı bir öğretmenimiz, Arapça ve İngilizce eğitimi veren bir öğretmenimiz var. Okulumuzda 4 yabancı dilli bir eğitim sunuyoruz.
Biz yabancı dil eğitiminde hiçbir masa başı eğitim vermiyoruz. Çocuklarımız uzun süreli eğitimi her zaman dışarıda yaşayarak öğreniyorlar. İçerikleri dille birleştiriyoruz. 3 yaş grubumuzun öğretmeni Fransızca olsa dahi, İngilizce, Almanca veya Arapça öğretmeniyle birlikte öğrencimiz bir konuyu ekstradan işliyor. Böylelikle diğer dilleri de pratize etmiş oluyor. Bir sanat atölyesinde olsun, bir mutfak atölyesinde olsun veya bahçe atölyesinde olsun diğer öğretmenlerle bu derslere girerek farklı dilleri uyguluyorlar. Çitleri boyarken İngilizce öğretmeniyle boyuyorlar, renkleri öğreniyorlar. Bitkileri dikerken Fransızca öğretmeniyle dikiyorlar, bitkileri öğreniyorlar.
-Peki, atölyelerinizden bahsedebilir misiniz?
Eğitim sistemimiz tamamen yaparak ve yaşayarak olduğu için atölyelerimize çok ağırlık veriyoruz. Çok fazla ve farklı kırtasiye malzemesi kullanıyoruz. Sadece binamızın içinde bulunan kırtasiye malzemeleriyle değil, dışarıda bulabileceğimiz her şeyle biz bir atölye oluşturabiliyoruz. Çocuklarımız kille, toprağa dokunarak bir şeyler yapıyorlar ama onun haricinde çocuklarımızı ince sanatlara, güzel sanatlara da yöneltmeye çalışıyoruz. Aynı zamanda dikiş ve nakışı da ele alıyoruz. Yünden ip yaparak nakış haline getiriyoruz. Bu eğitimi çocuklar süreci başından sonuna kadar takip ederek biz bu atölyelerimizi oluşturuyoruz. Tarım atölyesi olsun, el becerileri olsun, bahçe atölyelerimiz olsun, her hafta bir mutfak etkinliğimiz olur. Çocuklarımız çorba yapmayı, limonata yapmayı, hangi malzemelerden neyi oluşturabileceklerini öğreniyorlar. Küçük yaşta izcilikten örnek vermek gerekirse ateş yakmayı, nasıl oluşturabileceklerini öğreniyorlar. Açıkçası kendilerine yetebilmeyi öğreniyorlar.
-Son olarak, bu bölgede yaşayan insanlarımıza, Yunuseli, Hürriyet, Kükürtlü bölgesi ve tüm Bursa’daki velilerimize ne gibi mesajlarınız olabilir? Buraya geldiklerinde çocukları ve kendileri neler bulabilecekler?
Çocuklarını bilinçli bir şekilde yetiştiren veliler zaten araştırmalarını kendileri yapıyorlar. Çok farklı yaklaşımlarla karşılaşıyoruz. Mesela okulumuzda galoş giyilmez. Bizim için içerisi ve dışarısı birdir. Çocuklarımıza içeri ve dışarı yaşama duvarı örmüyoruz. Veliler çocuklarını çok hijyenik ve çok steril bir ortamda yetiştiriyorlar. Hayat böyle değil, olmaması gerekiyor. Zamanında çocuklarım çok sık hasta olmaya başladılar. Belçika’da İtalyan bir doktorum bana çocuklarımla ilgili; Siz Türkler çocuklarınızı çok fazla hijyenik ve steril ortamlarda büyütüyorsunuz demişti. Böylelikle çocuklarınız çok fazla hasta olur ve bağışıklık sistemini geliştiremezler. O yüzden okulumuza gelen velilerin bu tür beklentilerinden vazgeçmeleri gerekir. Çocuğunuzu 20 yıl sonrasına hazırlamak istiyorsak belirgin özellikleri olması gerekir. Artık ezbere dayalı bir eğitim sunmuyoruz, olmaması gerekir. Biz bunu baştan beri savunuyoruz. Çocuklarımızın analitik düşünce becerilerini geliştirmeleri gerekir, doğayla iç içe ve topluma uyum sağlayarak bir gelecek oluşturmaları gerekir. Bizim okulumuza geldiklerinde bunları bulabilirler. Aynı zamanda bir ev ortamı, aile sıcaklığı, küçük ve butik bir okulda aslında üst düzey bir Avrupa, hem Batı hem de Doğu’ya açılan bir sistemi sunuyoruz.
Bizleri konuk ettiğiniz için sizlere çok teşekkür ediyoruz. Aynı zamanda böyle güzel ve donanımlı bir röportaj için ayrıca teşekkür etmek istiyoruz.
HABER VE FOTOĞRAF: ÖZKAN YILDIRIM